Hayal Et – Çağla Gül

Cennetin olmadığını hayla et. Eğer denersen bu kolay. Altımızda cehennem yok. Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var. Hayal et bütün insanların bugün için yaşadığını. Hiç ülke olmadığını hayal et. Bunu yapmak zor değil. Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok. Ve din de yok. HAYAL ET!

Evet din de yok ve tanrı da. John Lennon’ a bu güzel şarkıyı yazdıran elbette ki şu anda yaşadığımız toplum düzeniydi. İnananlardan farklıydı, çünkü sorguladığı bir yaşamı ve hayali vardı.

Hep birlikte biz de hayal edelim ……

Her şeyi geri alacak olsaydık; yaşamı doğayı ve evreni. Her şey yeniden başlasaydı. Şimdiki gibi olur muydu?

Asi Bing-Bang ile başlayıp yeniden galaksiler, yıldızlar ve gezegenler oluşsaydı. Dünya yeniden en baştan güneşten kopsaydı. Ay dünyaya tutkulu dönüşüne devam etseydi. Dünya üzerinde moleküller yeniden bir araya gelip proteinleri oluştursaydı. Ve proteinler devrim yapıp DNA’yı canlılığın (ve cansızlığın) emrine sunsaydı. Ve evrim oyununa başlasaydı. Her şey şimdiki gibi olur muydu?

DNA devriminden insanoğlunun doğal seçilime “Dur!” dediği müthiş zekasına kadar gelseydik. İnsanoğlu biraz daha düşünüp, sorgulayıp tanrıya ve tanrılara ihtiyaç duymasaydı. Tanrı gibi olmaya özenmeseydi. Daha adil, daha eşit ve daha gerçekçi bir dünya uğruna yaşasaydı. Her şey daha güzel olmaz mıydı?

Dünyamız öküzün boynuzlarında salınırken Galileo gelip onu teleskobuyla yörüngesine, güneşin tam karşısına oturtsaydı. Ölümle cezalandırılmak istenirken kilisenin kirişleri yerinden oynasaydı. Doğa, orta çağa (karanlık çağa) hiç başlamadan, üzerinden zıplayıp geçseydi. Rönesans’ta kalsaydık. Etrafımız bilimle, sanatla aydınlansaydı. Mona Lisa’nın çarpık gülüşü bize her yerden baksaydı. Osmanlı Da Vinci’yi İstanbul’a “Sen de mi, kafir?” diye çağırmasaydı. Heykellerimiz yıkılmasa, tersine her sokak başı bir galeriye benzeseydi. Heykellerin avuçlarından kuşlar su içseydi.

3 Temmuz’da Sivas’a gelseydik. Özgür bedenlerimiz sokakta yürürken küle dönmeseydi. Ulan, hepimiz orada olmasaydık.

Özgür düşünceli sanatçılarımızın ellerine kilit vurulmasaydı. Dünyadaki tüm piyanoların tuşlarına, inadına der gibi, aynı anda tekrar tekrar bassaydık. Hayyam’ın dizeleri müzik olup dolsaydı kulaklarımıza.

Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun,

Cenneti ala meyhane midir?

Her mümine iki huri vereceğim diyorsun,

Cenneti ala kerhane midir?

Sizce daha özgür bir dünyada yaşıyor olmaz mıydık? Evet, bizce çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olurduk.

Dinler bize güzel bir toplum algısı yaratmış olsaydı bile bu mükemmellik dünyayı daha geriye götürmekten bir işe yaramazdı. Daha dünyaya gelmeden olmayan tanrıları ve hükümlerini ezberliyoruz. Ve hiçbirini sorgulamadan, cennet uğruna yaşamaya devam ediyoruz. İnsan haklarıyla tanınan bir yaşam sürmek aklımıza gelmiyor bile. Çünkü hiçlik zor geliyor.

Doğacak çocuklara, anne karnındayken, olmayan tanrıların onları izlediğini söylüyoruz. Kulaklarına masum bir bebek olduğunu fısıldamak aklımıza gelmiyor. Dört yaşına geldiğinde kreşlerde onlara dini anlatmak istiyoruz. Köşe bucak kaçamayacağı bir cehennemi anlatır gibi. Sahip olduğu yaşamı sorgulamayı günah sayıyoruz. Çocuk haklarının anlatıldığı bir eğitimi cehenneme giriş bileti olarak dağıtıyoruz. Alınca daha ne kadar günahkar olabiliriz ki.

Sokaktan geçen küçücük kızların kendilerinden büyük çarşaflara sarındığı görmek hoşumuza gidiyor. Sırtındaki çantasıyla sadece okula gittiğini görmek fazla mı yoksa? O çarşafın altındaki saçlarının ona bir nur gibi inmediğini anlatmak için cennetten kovulmamız mı gerekir? Saçının her bir telinin o küçücük bedenin bir parçası olduğunu anlatmak, yaratamadığımız cennetten kovulmaya değer aslında.

Nelerin olmayacağını söyleyerek uzatmaya gerek yok. Ne istediğimizi biliyoruz. Biz ateistler/agnostikler toplumu ve doğayı bu tanrı vergisi öngörülerle süslemek istemiyoruz. Akıl ve mantık çerçevesinde sorgulanmamış toplumsal bir yaşamı kabul etmiyoruz. Tüm canlılığımız ve cansızlığımızla, hiçbir doğaüstü güce ve gericiliğe yer vermeden; dünyamızı eğitim, bilim, sanat ve özgür düşünceyle sarmalamak istiyoruz. Ta ki üzerine bastığımız bu gezegeni, tabiri caizse, gerçek bir cennete çevirene kadar. Ta ki üstümüze abanmış bu karanlığı uzayın en uzak köşesine fırlatana kadar.

Şimdi bu hayalimizi gerçeğe çevirelim. Başlangıç olarak; sahip olduğumuz bu özgür düşüncelerimizi ağaçların altına gömelim. Fikirlerimiz gelecek nesillere tomurcuk olsun, yaprak olsun, çiçek olsun, meyve olsun diye.

Bu yazı özgür düşünceli insanlara gelsin. Nice Turan Dursun’lara, nice Bahriye Üçok’lara, nice Aziz Nesin’lere, nice Fazıl Say’lara ve daha nicelerine gelsin.

#SenBenideFazılSay

Özgür Düşünce Hareketi’nden not: Eğer siz de yazılarınızın internet sayfamızda yayınlanmasını isterseniz, sizdengelenler@ozgurdusuncehareketi.org adresine özgür düşünceyi konu alan film ya da kitap önerisi ve eleştirilerinizi ya da ateizm, din ve bilim meselelerini ele alan denemelerinizi gönderebilirsiniz.

Bir yanıt yazın