‘İnanca saygı, ifadeye özgürlük!’ Çoğunuz bu cümleyi bir yerlerden tanıyorsunuzdur; belki bir protestoda yumruğu havaya kalkmış eylemcinin biber gazı ile boğulmaya çalışılan haykırışından, belki de sekülerizm veya totalitarizmin tartışıldığı bir panelden. İyi, güzel de inancı olmayanlar saygıyı hak etmiyor mu? Asıl önemlisi kişinin inançsızlığı söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü nasıl karşılık buluyor? Yani ben bi’ gün çıksam “Tanrı diye bir şey yok, kendinizi kandırmayın, din de bildiğiniz masal,” desem ve günün sonunda toplumdaki insanların çoğunluğu kendilerine söylediğim bu ifadeyi nasıl değerlendirirler:
İnanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek gayet normal bir ifade olarak mı? Yoksa toplumun sinir uçlarına dokunulmak istendiği için söylenmiş tahrik edici bir ifade olarak mı?
Aslında sorunun cevabını bu ülkede yaşayanlar olarak hepimiz biliyoruz, değil mi?
Hatırlayacaksınız, Penguen dergisinde yayınlanan, Bahadır Baruter’in çizmiş olduğu bir karikatürün sebep olduğu tartışma sonrası dergi özür dilemek zorunda kalmıştı.
İyi de bir karikatürün nesi bu kadar hengâme yaratır ki diyecek bazılarınız.
İşte karikatürün asıl hengâme çıkaran kısmı: “Allah yok, din yalan.“
Muhtemelen bunu görünce benim ne düşündüğümü merak ettiniz. Fakat ben ilk önce sizin tutumunuza ilişkin konuşalım istiyorum.
Beğendiniz mi? Muhtemelen beğenmediniz. Peki, bu beğenmediğiniz ifadenin beyanından incindiniz mi? İnancınıza saygısızlık olarak gördünüz mü? Hatta hızınızı alamadınız ve bu karikatürü çizenin de yayınlayanın da cezalandırılması gerektiğini mi düşündünüz? Hatta belki de içinizden birilerinin eli ayağı titredi sinirden. Hani bulsanız bu adamları bir kaşık suda boğacaksınız.
Bana gelince…
Bir karikatürde yazan bu sözün neresinin inanca saygısızlık olduğunu merak dahi etmiyorum.
Diyorum ki, bu ülkede yaşayan inançlı ve de inançsız insanların vergileriyle iş gören bir kurum var: Diyanet İşleri. Burada işler, bir mezhebin meşrebine göre yürüyüp gidiyor. Burada işler öyle bir hale geliyor ki, kurumun başındaki zat çıkıp “Cemevleri ibadethane değildir. Cemevlerinin mabet gibi gösterilmeye çalışılması, tarihi tecrübeye ve bilimsel kriterlere uygun düşmez,” diyebiliyor. Ama aynı yetkili kişi, hangi bilimin neden şu mabettir bu değildir işiyle uğraştığını söylemiyor. Neresinden baksan şaşakalıyorsun.
Bu ülkede okullarda ZORUNLU din dersleri veriliyor. Bu ülkenin devlet televizyonunda Ramazan’ından kandiline bayramından seyranına her mübarek günde tek yanlı bir yayın yapılıyor. Bu ülkede işler öyle bir hale geliyor ki “inancımıza saygı duyunuz” sözü, kıçı başı ayrı ayrı oynayan bir tür joker olarak hemen her yerde ve her durumda kullanılıyor.
Bu ülkede insanlar öyle sindiriliyor ki, iki aykırı laf etmek isteyenler bile söze, “Ben de Müslümanım, ama…” diye başlamak zorunda hissediyor kendini. Hoş, bana sorarsanız bundan daha ahmakça bir şey yok.
Yani bu ülkede, inanacak kadar kayda değer bulmadığı, değer vermediği bir şeye neden saygı duyulması gerektiğini sorgulayanlara kafası bir türlü basmayan tonlarca insan var. Senin inanma özgürlüğüne, o inancın hiçbir tarafına saygı duymadığı halde, saygı duyan insanların var olduğu bir dünyada senin de oturup, “Ben inanmayanların inanmama ve bunu tıpkı benim gibi gayet rahat bir şekilde ifade etme özgürlüklerine saygı duyuyor muyum? Saygı duyuyorsam eğer neden her inançsızlık beyanını ucu bana dokunan tahrik edici bir çığırtkanlık olarak algılıyorum?‘’ diye kendi kendine sorman gerekir.
Bi’ zahmet…